25 Mayıs 2007 Cuma

Kim bu şapkalı ?

Eğer aşık olmak gibi bir derdim olursa bir gün, kimi seçeceğime karar vermiş bulunuyorum. "Aşık olmak veya aşık olunacak kişi seçilir mi ?!" türünden itirazları duyar gibiyim, ama buna mantıklı bir cevap verebilmek için önce bu yazının ciddiyetini sorgulamak gerek ki buna pek gerek yok. Şöyle ki:

Fotoğraftaki kişiyi muhtemelen bu haliyle tanımıyorsunuzdur, ben de bu -ilk fotoğraftaki haliyle- tanımıyordum. İyi ki de merak edip bakmışım-tanımışım, biraz gecikmeli olsa da. Böyle birisinin varlığını fark edince insan abuk sabuk kararlar (örn: paragraf 1) verebiliyor. Ama göründüğü üzere suç benim değil! Neyse, şımarıklığa fırsat vermeden, bu tatlının ve grubunun biyografisini sunuyorum sizlere.

…Bahsedeceğimiz topluluk özellikle 1999 tarihli albümü Synkronized ile herkesin bildiği ve dinlediği bir grup haline geldi. Benim de… 1970 doğumlu (adamın yaş 37 olmuş ben burada ne diyorum)(derim ben) solist, grubu 1992 yılında kurdu. Yarattığı sound farklıydı. Funk, caz, disko karışımı müzikti ortaya çıkan. Malum kişi tabi ilginç görünüşü ve kişiliğiyle ilgi çekmeye başladı bir yandan. Ve birden bire 90’ların en büyük yıldızlarından biri haline geldi. İlk üç albümünün toplam satış rakamı 11 milyonu buldu.


İlk single When You Gonna Learn ile dikkat çeken grup, birinci albümü Emergency On Planet Earth’ü 1993 Haziran’ında piyasaya çıkardı. İngiltere albümler listesine direk bir numaradan giren albüm, İngiltere’de o güne kadar en fazla satan ilk albüm unvanını kazanmıştı bile..!

1994 yılında ikinci albüm Return Of The Space Cowboy ile beraber çok farklı türlerde müzik dinleyen insanlara ulaşmaya başladılar. Bu iki albümden art arda çıkarılan Too Young To Die, Blow Your Mind ve Return Of the Space Cowboy adlı parçalar gördüğü ilgi ve çalındığı mekanlar bunu kanıtlıyordu.

Üçüncü albüm Traveling Without Moving ile beraber İngiltere’den sonra Amerika’da da hatırı sayılır sayıda albüm satmaya başlayan grup, MTV Awards ve Grammy lerden elleri kolları dolu olarak geri döndü. Grup, ardından Godzilla filminin en sevilen şarkısı Deeper Underground’u yaptı. 1999 yılında yayınlanan Synkronized ve 2001 tarihli Funk Odyssey ile başarısını sürdürdü…

Büyük bir kısmı alıntı olan bu biyografiden de tahmin yapamayanlar için; grubun adı Jamiroquai ve resimdeki kişi de JK (Jason Kay) oluyor. Müziklerini çok beğenmemin ötesinde, dinlerken içimi kıpırdatan, beni daha bir mutlu eden -nerdeyse daha da hayata bağlayan diyeceğim- bir şeyler var. Bilgisayarın başında farkında olmadan kıpırdanmaya, hafif hafif kendimi kaptırmaya başlayınca tabii ki anlıyorum ki play list yeniden bize bir kıyak geçmiş, mutlu etmek istemiştir (listeyi ona göre ayarlayıp sürprizi yaratan ben de olabilirim). Neyse, sonuçta bir şekilde yönümüz Blow Your Mind ‘a dönüyor ve mutlu oluyoruz…

22 Mayıs 2007 Salı

Kaygılar, Korkular

Bazen çevremizde meydana gelen kötü olaylar tahmin edeceğimiz gibi sadece mutsuzluk getirmiyor, aynı zamanda sahip olduklarımıza duyduğumuz sevgimizi hatırlatarak aslında her şeyin yerinde olmasının ne kadar önemli olduğunu hatırlatıyorlar.

Bu yazıya başlamadan az önce babam aradı. Televizyonu açıp açmadığımızı soruyordu. Televizyonla pek aram olmadığını bildiği için sorusundaki gayeyi anladım ve takibindeki o "bir" saniye içinde zihnimde ne kadar senaryo oluştu bilmiyorum. Zaten kafamda kurduğum şeylere inanıp kendimi garip hallere sürüklemek (negatif durumlarda; ağlamak, telaşlanmak, ortamın sıcaklığını olduğundan 10–15 derece fazla hissetmek vb. pozitiflerde; kendi kendine gülmeye başlamak, şımarmak...) gibi bir huyum var ki, bu çeşit ani katalizörlerle bu bahsettiğim özelliğim daha bir ön plana çıkıyor.


O "bir" saniyeyi atlattıktan sonra "Ankara Ulus'ta patlama oldu." cümlesiyle irkildim.

Hemen haberleri açtım. Kayıplar olduğunu öğrenmek çok acıydı, bu masum insanların aileleri yakınları ne haldedir kim bilir. Ben olasılıklar üzerine bile kendimi paralarken, onların yaşadığı acının boyutunu düşünemiyorum.

Ekranda gördüğüm yer annemin eskiden (biz Ankara'da yaşarken) çalıştığı binanın yakınlarıydı. Anlattığına göre iş çıkışı oralarda dolaşırlarmış, alışveriş veya diğer halledilmesi gereken işler için. Yani İstanbul'a taşınmamış olsaydık annem hala Ulus'ta çalışıyor olacaktı ve işten çıkıp eve gelmek üzere patlamanın olduğu yerden geçecek, belki de bir zarar görecekti. Böyle bir düşünce bile sağlıklı bir birey olduğum, ailem ve sevdiklerim yanımda olduğu için rahatlamama ve elimdekilerle mutlu olmam gerektiğini tekrar fark etmeme neden oldu.

Aynı şeyi geçtiğimiz sene 10 ay boyunca sevdiğim her şeyden uzak kaldığımda da hissetmiştim. Ama gelin görün ki yine başa dönmüşüm, en çok değer vermem gerekenlere bile hak ettikleri ilgiyi ve sevgiyi gösterememişim.

Bazı şeylerin kıymetini anlamak için mutlaka başımıza bir şeyler mi gelmesi gerek, neden anlayamıyoruz elimizdekilerin kıymetini?